6 Ekim 2009 Salı

Kanseri yenme konusunda hiç kimsenin bir reçetesi, sihirli bir iksiri yok.
Kanserin oluşmasını etkileyen, belki de tetikleyen o kadar çok etken var ki bu sandığımızdan da çok komplike bir durum. Binbir çeşidi, her çeşidin binbir türü var.

Hiç kimse kansere ömrü boyunca asla yakalanmayacağını garantileyemez bu yüzden.
Fakat bilinen rist faktörlerini arttırıp azaltmak insanın elindeki tek seçenek bu konuda.
Şimdiye kadar okuduğum kitaplarda, makalelerde üç aşağı beş yukarı hep aynı şeylerden söz ediliyor aslında.

Bol sebze, meyve ve tahıllar içeren, yağ oranı mümkün olduğunca düşük tutulan bir diyet uygulanmalı, kırmızı et çok sınırlı tüketilmeli.

Böylece vücudun yağ oranı da kontrol altına alınmış oluyor. Çünkü vücutta bulunan daha fazla yağ hücresi daha fazla östrojen salgılayacak, östrojenin fazlası da kanser riskini arttıracak.

Sporu hayatımıza dahil etmekle, düzenli diyetin yanısıra egzersiz de yaparak vucüdun ideal kilosuna ulaşması ve bu kilonun korunması gerekiyor. Gün boyunca aktif olmak da çok önemli. Haftada en azından 5 kez yarımşar saatlik aktivite ideal olanı.

Alkollü içecekleri günde 1 içkiden daha fazla tüketmemek de önemli bir detay. Çünkü alkol de vücutta ekstra östrojen salgılanmasına yol açıyor, bu da kanser riskini arttırıyor.

Hamilelik dönemleri ne kadar eziyetli geçerse geçsin, kadın vücudunun östrojenle bombalanmadığı ve rahatladı dönemler aslında. Bu yüzden çok uzun süre östrojene maruz kalmış olmak, yani hiç çocuk doğurmamış olmak ya da çok geç yaşta hamile kalmak da riski arttıran etkenler arasında. Ama hayat bu, bazen planlarımız istediğimiz şekilde ilerlemeyebiliyor tabi. 30 yaşından önce hamile kalmış olmak, birden fazla çocuk doğurmuş olmak, çocuğunu mümkün olduğu kadar uzun süre emzirmiş olmak, varolan riskleri azaltmış oluyor, yalnızca. Elbette, bu demek değil ki 30 yaşını bulup da hala çocuk sahibi olmayan kadınlar muhakkak ki göğüs kanserine yakalanacaklar. Bunun tersi de geçerli tabi; bebeğimi ne kadar çok emzirirsem o kadar çok kendimi korurum da tamamen istatistiksel bir durum (yoksa bir piyango mu demeli buna da?! Benim durumumda olduğu gibi. Ben kızımı tam 18 ay emzirdim. Artık bundan ötesi olamazdı; artık dişleri çıkmıştı ve konuşuyordu :)

Bir de duygusal boyutu var herşeyde olduğu gibi. Fazla strese maruz kalmayacaksın, herşeyi kendine dert etmeyeceksin vs. vs. vs. Bunları da listeye eklemekle eklememek arasında kararsız kalmıştım. Çünkü insanın bazen bulunduğu ortamın ve koşulların kendi hayatı üzerindeki etkisini değiştirebilme şansına sahip olamayabiliyor. Burada eklemiş olmamın sebebi, stresli bir ortamda yaşayan/çalışan/bulunan insanların kansere yakalanma oranları her zaman daha yüksek olması. Bu da gözardı edilemeyecek bir gerçek.

Bir de bizim irademiz ve kontrolumuzun çok üstünde olan ve asla değiştiremeyeceğimiz bir etken de var ki o da aileden gelen risk faktörü. Ailede benzer hikayelerin daha önceden yaşanmış olması ailenin yeni nesil üyelerini doğrudan riskli duruma düşürüyor ve herkesten çok onların kendilerini yakın takibe almaları gerekiyor.

Ne yaparsanız yapın, o sizi bulacaksa buluyor... O yüzden hayatınızı sıkıntıya sokup her an ensenizde bir soğuk nefesle de yaşamak mümkün değil elbette. En doğrusu fazlaca kafaya takıp da hayatı karartmadan, UYANIK OLMAK, VÜCUDUNUZU TANIMAK VE DEĞİŞİKLİLKLERİ İHMAL ETMEDEN BİR UZMANA DANIŞMAK!

Faydalı (İngilizce) Linkler: